29 Haziran 2011 Çarşamba

SİNİRLENİNCE NE YAPMAK GEREKİYOR?


Her insanın öfkelendiği konular farklı olduğu gibi öfkemizi ifade etme şekillerimiz de farklılık gösterir. Bazılarımız kızdığında saldırgan davranabilirken bazılarımız da öfkemizi içimize atarız. Psikolog Yrd. Doç. Dr. Yıldız Dilek Ertürk öfke ile başetmenin yollarını anlatıyor.
Öfke ve kızgınlık kontrol edilmesi en zor duygulardır. Öfke bulaşıcı bir duygu olduğu için karşımızdaki kişinin öfkeli gözükmesi bizim de kontrolümüzü güçleştirir. En sık ortaya koyulan şekli de bu duygularımızı dışarı vurarak bağırmak, kızmak gibi davranışlarda bulunmaktır. 
En çok çocuklarımızla yaptığımız tartışmalar ve yaşadığımız öfke sonrası üzülür ve pişman oluruz değil mi? Anne ve baba olarak bizler çocuklarımızın belli bir şekilde düşünmelerini, hissetmelerini ve bizim istediğimiz gibi davranmalarını belirleyemeyiz. Ancak hangi davranışlarına hoşgörülü olacağımızı, hangi davranışların sonuçlarının kötü olacağını, kararlı ve net bir şekilde ortaya koyabiliriz. Bu şekilde çocuğumuz hangi davranışın sonucunun ne olacağını fark ettiğinde sonuçları kabullenmesi de daha kolay olur.
Çocuklar genel yargının aksine, bizi dinler ve mantıklı açıklamalarımızı anlarlar. Bu nedenle öfkeli olduğumuz durumlarda önce kendimizi sakinleştirmeyi öğrenmeli, daha sonra da onunla sakin bir şekilde konuşarak, ona sakin olabilmenin yollarını keşfettirmeliyiz. Unutmayın kendinizi sakinleştirmeyi öğrenmeniz karşımızdaki kişinin de sakinleşme yolu olacaktır.
İşte size çocuklarınızla yaşadığınız problemler karşısında öfkenizi kontrol altına alıp sakinleşmenize yardımcı olacak 9 kolay adım...
Yalnız Kalın 
Tartışmanın ardından yalnız kalabileceğiniz bir yere gidin. Çocukla bir müddet olsun iletişim kurmayın. Çocuğu başka odaya koymanız öncelikle sakinleşmenize yarayacak ve ana sebebin ne olduğunu düşünmenize zaman tanıyacaktır. Odaya gitmeden önce çocuğunuza “Sana bağırdığım için özür dilerim. Odama gidiyorum ve ikimizde sakinleşene kadar yalnız kalacağız.” şeklinde bir açıklama yaparsanız o da neler olup bittiğinin farkında olacaktır. Bazen kapıları yumruklamaya kalkıp içeriye girmeye çalışsalar da onlara gayet ciddi olduğunuzu ve biraz zamana ihtiyacınızın olduğunu hissettirin. Bu yalnız kalma durumu kendinize gelmenize yardımcı olacaktır.
Derin Derin Nefes Alın
Çocuklar yaşları ne kadar küçük olsa da vücutlarının nasıl çalıştığı hakkında bilgi sahibidirler. Olayın üzerinden biraz zaman geçtikten sonra nasıl nefes alarak kendini biraz sakinleştirebileceğini ona gösterebilirsiniz. Doğum günlerinde pastayı nasıl üflüyorlarsa sinirli olduklarında da aynı yöntemi kullanarak onların yatışmasına yardımcı olun. Hatta sinirlendiğinde ona sadece “mum” demeniz bile yeterli olacaktır derin nefes alması gerektiğini anlaması için.
Bu şekilde derin nefes almak sizin için de çok etkili bir yöntemdir. Bağırıp çağırmak yerine bu yöntemle sakinleşip sonradan pişman olacağınız şeyleri yapmaktan alıkoyarsınız kendinizi. Sonra da kendinizi “Çocuğum biraz sinirlendi fakat benim de aynı şekilde sinirlenmem gerekmiyor.” şeklinde telkin edebilirsiniz. Ona “Biliyorum o oyuncağı çok istiyordun ama yaşına uygun bir oyuncak olmadığı için almadım.” tarzında bir açıklama yaparsanız onların yüzündeki rahatlamayı ve nasıl çabuk bir şekilde sakinleştiğini göreceksiniz.
10’a Kadar Sayın
Yavaş yavaş 10’a kadar saymanız size hem sinirinizin yatışması için zaman kazandırır hem de bu sayede sizi öfkelendiren davranışından dolayı çocuğunuza nasıl davranmanız gerektiği hakkında düşünecek ve sakinleşecek vaktiniz olacaktır. Böylelikle sinirlenmeden daha sağlıklı bir şekilde karar vermiş olacaksınız.
Konuşun, Konuşturun
Eğer yaşadığınız gerginlikten sonra ona kendini açıklama ve duygularını tarif etme imkanı verirseniz yaşadığınız gerginlikten çok daha kolay sıyrılacağınızı göreceksiniz. Kendi duygularını ifade etmesine izin verin, onu ve duygularının ne kadar önemsediğinizi hissettirin. Aynı zamanda sizin de duygularınızı ifade etmeniz onlar için çok değerlidir. Yaşları ne olursa olsun onların yaptıkları davranışlarla sizi ne kadar üzdüklerini ve neler hissettiğini anlamasını sağlayabilirsiniz.
Katıla Katıla Gülün
Katıla katıla gülmek, sadece sizin ve çocuğunuzun ruh halini olumlu yönde değiştirmekle kalmaz, fiziksel gerginliğin de ortadan kaybolmasına fayda sağlar. Gülmek herkesin bildiği gibi bazı durumlarda ilaç gibi gelir ve stresin azalmasına yardımcı olur. Tartışmadan sonra onunla oyun oynayarak ve onun oyun arasında gıdıklayarak sakinleşmesini ve yaşanan gerginliği daha çabuk unutmasını sağlayabilirsiniz. Yaşanılan öfke sonrası bunu yapmak biraz güç gibi görünse de emin olun göründüğü kadar zor değil.
Yaratıcı Olun
Çocuğunuzun sinirlendiği durumlarda ona kağıt, kalem, sulu boya gibi materyalleri verirseniz yaptığı çalışmalara duygularını yansıtarak sakinleşecektir. Bu durum hem size onun duygularını anlamanız açısından yardımcı olur hem de çocuğun duygularını ifade etmesi sağlıklı bir yoldur. Ayrıca bu durum çocuğunuza "Annem benimle ve duygularımla ilgileniyor." hissini yaşatır. Aynı şekilde siz de bir şeyler çizerek, yazarak ya da bir müzik aleti çalarak bu durumun yarattığı sıkıntıdan ve öfkeden kurtulabilirsiniz.
Ödül Verin
Çocuklar duygu ve davranışlarını kontrol etmeyi öğrenmeye başladıklarında onları ödülle teşvik edebilirsiniz. Aynı şekilde davranışlarını kontrol edemeyip kötü davranışlar sergilediğinde ceza yöntemiyle ilerideki davranışlarını yaparken bu ödül ve cezayı düşünerek davranmasına katkıda bulunabilirsiniz. Aynı şekilde çocuklarınızla yaşadığınız problemlerde bağırmadan sakin kalıp rahatlamayı başarabiliyorsan neden kendinize de ödül vermeyeceksin ki?
Hafifleyin, Kafanızı Boşaltın
Yaşadığınız tartışmadan sonra saçma sapan şarkılar söylemek ve dans etmek, komik aksağanlarla konuşmak vb. aktivitelerle vakit geçirmeye çalışın. Yaşadığınız sıkıntıdan kurtulmanıza ve sakinleşmene nasıl yardımcı olduğuna inanamayacaksınız.
Mutluluk Veren Yerinize Gidin
Aynı şekilde sizin de olayın sıkıntısını atmak için sevdiğiniz bir yere, bir köşeye çekilmeniz iyi gelecektir. Mesela odaya girip gözlerinizi kapatın ve sahilde bir tatil düşleyin. Ya da yaşanan olayın stresini atmak için birlikte alışverişe çıkabilirsiniz. Bazen ona sarılmanız ya da bir parça çikolata bile onları gülümsetmeye ve yaşanılan gerginliği saniyeler içinde unutmasına yeter.


16 Haziran 2011 Perşembe

SEN HANGİ KİŞİLİK TİPİSİN?

Kişilik tipini öğrenmek bir kişiye çalışma hayatında, sosyal ilişkilerinde pek çok açıdan geniş bir anlayış sunmaktadır. Zaman yönetiminden, doğru işi yapmaya kadar pek çok açıdan fayda sağlamak mümkündür.

Myers-Briggs Kişilik Tipleri, C. G. Jung’un teorilerinin daha anlaşılabilir kılınması ve uygulanabilir hale getirilmesi fikrinden yola çıkılarak ortaya konmuştur. On altı kişilik tipi temelde dört tercih üzerine kurulmaktadır. Bu tercihlerin bir araya gelişleriyle varyantlar oluşmaktadır.  Tercihlerde dış dünyaya ya da iç dünyaya odaklanmak, karar alırken kendini ya da başkalarını merkeze almak, basit ya da karmaşık düşünceler ile hareket etmek varyantları meydana getirmektedir.

Bu varyantlardan oluşan on altı kişilik tipi vardır. Herhangi biri kişiliği açıklar fakat hiç biri en iyi değildir. Farklılıklar vardır ama aslında hepsi birbirinin eşitidir. Aralarından birinin diğerine üstün olması gibi bir durum söz konusu değildir.

Myers-Briggs tercihleri sınıflandırmaktadır, kişilik ya da karakter ölçümü yapmak amacında değildir. Bu yaklaşım diğer psikolojik uygulamalardan ve testlerden farklıdır.  Kişilik tipini öğrenmek ise bir kişiye çalışma hayatında, sosyal ilişkilerinde pek çok açıdan geniş bir anlayış sunmaktadır. Zaman yönetiminden, doğru işi yapmaya kadar pek çok açıdan fayda sağlamak mümkündür.  Kişilik değişmez fakat geliştirilebilir. Günlük hayatta karşılaşılan sorunlarla başa çıkmada, problem çözümünde, yaratıcılıkta ve hayata dair denge kurmada Myers-Briggs modeli önemli ve faydalı olmaktadır.

Myers-Briggs Modeli'ne Göre 16 Farklı Kişilik Tipi is şöyledir:

1.)Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici)

Enerjilerini dış dünyadaki eylemlerden alırlar. Hayatlarını mantıksal temeller üzerinden düzenlerler. Sorunlarını denenmiş ve kesin yöntemler ile çözmeyi denerler. Detaylara takılırlar.

2.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci, avukat)

Enerjilerini iç dünyalarından alırlar. Kararlarını kişisel değerleri  ile verirler. Esnek davranırlar. Sessiz ve yaratıcıdırlar. Etraflarındakilere içten içe bir sıcaklık duyarlar. Onlar için kendilerinin ve diğerlerinin gelişmesi ve olgunlaşması çok önemlidir; bu bir beklentidir.

3.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)

Enerjilerini dış dünyadan alırlar; açık seçik gerçeklikleri önemserler. Şimdiki zamanda yaşarlar ve arkadaş canlısıdırlar. Hayata karşı esneklerdir ve durumun gereklerini yerine getirirler. “An”a odaklı oldukları için hayattan zevk almak isterler ve çözüm odaklıdırlar. Ani olaylarda hemen çözüm üretirler.

4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)

Bu grup da enerjilerini  iç dünyalarından alırlar. Seçeneklere göre geleceklerini planlamayı tercih ederler. Mantık onlar için önemlidir. Hedefleri vardır ve bunları uzun zamanlara yayarak planlarlar. Planlarını detaylandırırlar. Kendilerine ve diğerlerine karşı eleştireldirler.

5.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)

Enerjilerini dış dünyadan alırlar. Kararlarında kendi fikirleri önemlidir. Sıcak, arkadaş canlısı ve uyumlu davranırlar. Arkadaşlığa ve arkadaşlarına önem verirler. Toplumsal bilinçleri yüksektir ve kendilerini sorumlu görürler.

6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)

Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere dayandırırlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebilirler. Tamamen zorlanana dek sessiz ve uyumlu olabilirler. Sıradan ve tek düze olan yerine değişimi arzularlar.

7.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif,avukat)

Enerjilerini dış dünyadan alırlar. Onlar için karar verme aşaması kendi fikirleri üzerinden gerçekleşir. Esnek davranırlar ve yenilikçidirler. Yaratıcı fikirleriyle fayda üretirler. Keşfetmek onlar için önemlidir. Detaycı değillerdir ama farklılıklardan hoşlanırlar.

8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)

Enerji kaynakları kendi içlerindedir. Karar verme mekanizmalarının işleyişi seçenekler üzerinden şekillenir. Tüm seçenekleri görmek isterler. Mantıklı davranmak onlar için önemlidir, ciddiyet sahibidirler. Sessiz ve gözlemcidirler.

9.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)
Enerjilerini dış dünyadan alırlar. Çevrelerinde neler olup bittiği onlar için önemlidir. Esnek davranırlar ve nesnel gerçeklikle ilgilenirler. Uygulamalı alanlarda çalışmayı tercih ederler. Onla için mantık çok önemlidir; karar verirken mantık süzgecini kullanmayı tercih ederler.

10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)

Enerjilerini kendi içlerinden kaynaklandırırlar. Kişisellik onlar için önemlidir; yaşamlarını kişisel bakış açıları ile sürdürürler. Seçenekleri görüp değerlendirmeyi tercih ederler. Hayatlarının temelinde bir hedef olması gereği duyarlar ve o hedefi belirlerler. Hedefleri uğruna çok çalışmak onları tatmin eder.

11.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)

Enerjilerinin kaynağını dış dünya oluşturur. Kişiselliği önemseseler de ilişkilerinde dikkatlidirler. Uzun süreli ilişkiler sürdürme taraftarıdırlar. Dışa dönük denebilecek şekilde davranırlar; hislerini saklamazlar ancak eleştirilere kapalıdırlar genelde. Seçenekleri değerlendirmeyi severler. İyi ilişki kurabildikleri için diğerleriyle çalışırken sorun yaşamazlar.

12.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı)

Enerjilerinin kaynağını iç dünyaları oluşturur. Farklı fikirlere sahiptirler. Esnek davranırlar ve genelde sakindirler. Mantılı davranırlar ve uyumludurlar. Çevrelerine karşı bir merakları vardır. Hayattaki işleyişle ilgili soruları vardır.

13.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici/ şef)

Enerjilerini dış dünyadan sağlarlar. Onlar için hayatın merkezinde mantıkları vardır. Bilanço yapmayı severler. Çevrelerindeki insanlardan beklentileri vardır; onların başarısızlığını kabul edemezler. Hedefleri yüksek olan insanlarla anlaşırlar.

14.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci)

Enerjilerinin kaynağını iç dünyalarından sağlarlar. Sessiz ve uyumludurlar.  Kararlarını alırlarken kendi fikirlerinden harekete geçerler. “An” a odaklıdırlar. Arkadaşlıklara öne verirler. Grup çalışmalarına yatkındırlar.

15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)

Enerjilerini dış dünyadan kaynaklandırırlar.  Yenilikçidirler . Yeteneklerini işlemeyi severler. Karar alırken mantıkları üzerinden hareket ederler. Uyumlu davranırlar.  Yaratıcılık ve üretkenlik onlar için oldukça önemlidir.

16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)

Enerjilerinin kaynağı iç dünyalarındadır.  Karar alırken başkalarının görüşlerini önemserler. Sosyal ilişkiler kurmak konusunda başarıdırlar. Uyumludurlar. Sessizdirler ve duyarlı davranırlar; etraflarındakileri kişilere karşı duyarlıdırlar. Uygulamaya açık alanlarda çalışmayı severler.

KADINLAR NEDEN YOK BİŞEY DER?

 Kadınlar, genellikle kızgın oldukları zaman ‘neyin var?’ sorusuna ‘yok bir şey’ şeklinde cevap verirler. Oysa cevap yok dese de aslında anlatmak istedikleri çok şey vardır.
İmalardan anlamlı sonuçlar çıkarmak zordur. Fakat çoğunlukla insanlar söylemek istediklerini dolaylı yollarla anlatmayı tercih ederler. Bu dolaylı anlatım sık olmasa bile ilişkileri kırılma noktasına getirebilmektedir.
Genellikle kaçış ve gizli sesleniş yolu olarak tercih edilen ‘yok bir şey’le kadınların bazı imalarını şöyle sıralayabiliriz.
‘Sorun var ve sen her zamanki gibi görmüyorsun’
Bu gibi durumlarda kadınlar erkeklerin her zaman sorunlara karşı duyarsız olduğunu düşünürler. Sorunu konuşmak için de genellikle karşı taraftan bir atak beklerler.
‘Şimdiye kadar sorun var dedim de ne oldu?’
Problem vardır fakat daha önce üzerinde konuşulmuşsa tekrar gündeme getirmenin yersiz olduğu düşünülmektedir. Sinirler yatışınca veya karşı tarafın biraz ısrarı konunun gündeme gelmesine yardımcı olacaktır.
‘Sen daha iyi bilirsin’
Tartışılacak konunun erkekler tarafından kapatılmak istendiği durumlardır. Fakat kadınlar konuyu açmamakta ısrar eder. Çünkü erkeklerin tahminde bulunması bir bakıma sorunun kaynağının erkeğin kendisi olduğunu ortaya koyacaktır.
‘Neden kendimi yorayım ki kumanda (futbol takımın, arkadaşların, uykun…) benden daha kıymetli’
Problemi konuşmaktan kaçınan kadınlar bu gibi durumlarda kendilerini ikinci planda görürler. Aslında ‘yok bir şey’le ilgisizliği anlatmaya çalışırlar ve kırılgan yapılarına bürünürler. Gösterilecek ufak bir ilgi problemi ortadan kaldırmaya yardımcı olacaktır.
‘Uygun bir zamanda söylerim tasa etme’
Hep kırılgan sebepler olacak değil ya bazen de uygun zaman aramanın kurnazlıkları olabilir ‘yok bir şey’de. Bu durumda biraz duygusal bir atmosfer oluşturmak amaçlı olarak problemin dile getirilmesi ertelenebilir.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Aşkın Yedi Hali Var! Sizinki Hangisi?

Psikolog Öztürk, aşkın 7 tipi olduğunu söylüyor. Öztürk, “Aşkın 7 hali”nin yüzlerce aşk kuramından yalnızca biri olduğunu da belirtiyor ve aşkın türleri hakkında şunları söylüyor:

Tarih boyunca romancılar, şairler, düşünürler, sanatçılar aşktan ilham aldı. Aşk hakkında sayısız eser yaratıldı, yaratılmaya devam ediliyor. Ama aşk yalnızca sanatçıların konusu değil. Bilim insanları da son 50 yıldır sistematik şekilde aykı inceliyor. Psikologlar, âşık olmanın insan duygu, düşünce ve davranışındaki etkilerini daha iyi anlamak için modeller geliştirirken; nörologlar, aşkın psikobiyolojik kökenini keşfetmek adına önemli deneyler yapıyor. Bilim, insanlarla hayvanları kıyaslayarak,’hangi organik süreçler aşkın doğasını idare ediyor’ sorusuna yanıt vermeye çalışıyor.

“Artık günümüzde aşk bilimi üzerine kitaplar yazıyor, sempozyumlar düzenliyor hale geldik” diyen Psikolog Orhan Öztürk, aşkın 7 tipi olduğunu söylüyor. Öztürk, “Aşkın 7 hali”nin yüzlerce aşk kuramından yalnızca biri olduğunu da belirtiyor ve aşkın türleri hakkında şunları söylüyor:

“Platonik aşklar, patolojik (hastalıklı) aşklar, karasevda gibi durumlar haricinde aşk, iki kişi arasında yaşanan ortak bir süreç. Aynı âşıklar gibi aşklar da doğuyor, büyüyor, şekil değiştiriyor ve ölüyor. Bu aşklarda üç farklı özellik ve bu özelliklerin birbiriyle ilişkisi 7 aşk tipini ortaya çıkarıyor. Bu üç özellik şöyle sıralanıyor: Yakınlık, Tutku ve Bağlılık. 7 aşk tipini daha iyi anlayabilmek için bu üç temel özelliğin daha detaylı bilinmesi gerekiyor.

Yakınlık: Taraflar arasında kurulan karşılıklı duygusal bağ olarak ifade ediliyor. Yakınlık özelliği sayesinde ilişkide sıcaklık, samimiyet, duygusal destek, iletişim, anlayış, huzur, beraber geçirilen zamandan keyif alma durumları gelişiyor.

Tutku: Tutku aşkın psikofizyolojik boyutu olarak tarif ediliyor. Heyecanlanma, sevgilinin yanında olunca soluğun kesilmesi, kalp çarpıntısı, genel bir uyarılmışlık hali, enerji artışı, erotizm, fiziksel çekicilik, dikkatin sevgiliye odaklanması ve takıntılı şekilde sevgiliyi düşünme gibi özelliklerle kendini belli ediyor.

Bağlılık: Çiftler arasındaki karşılıklı bağımlılık, her şeye rağmen birlikte olmayı isteme, ortak bir hayat hedefi oluşturma ve sürdürme özelliği olarak açıklanıyor.

Psikolog Orhan Öztürk'e göre, işte bu üç temel özellikten her birinin tek başına veya diğer özelliklerle birlikte bulunması durumlarında 7 farklı aşk tipi oluşuyor. Öztürk, aşkın hallerinin özelliklerini ise şöyle özetliyor:

SADECE “BAĞLILIK” (BOŞ AŞK)

Tutku ve yakınlığın olmadığı, sadece hayat birlikteliğinin olduğu beraberliklerdir. Bu durum özellikle görücü usulü ile evlenme ve beşik kertmeliğin yaygın oluğu toplumlarda (ve tabii ki ülkemizde) sıklıkla görülüyor. Bu tip 'boş aşk'lar ilerleyen dönemlerde diğer özelliklerin etkilenmesiyle şekil değiştirebiliyor; aynı şekilde dolu aşklar da zamanla tutku ve yakınlık boyutunu yitirip ‘boş aşk’a dönüşebiliyor.

SADECE “TUTKU” (DELİ DOLU AŞK)

Genelde çoğu aşığın ilk planda ve en heyecanlı hissettiği, cicim aylarının deli dolu yaşandığı, desteğini erotizm ve cinsellikten alan aşk. Yakınlık özelliği de geliştiğinde bu deli dolu aşklar romantik aşklara evrimleşiyor; aksi taktirde yakınlığın ve bağlılığın olmadığı durumlarda genellikle kısa sürüyor. Bu kişiler birkaç gün veya hafta evli kalıp hemen boşanma davası açabiliyor ya da 40'lı yaşlarında beşinci eşinden de ayrılabiliyorlar.

SADECE “YAKINLIK” (ARKADAŞÇA AŞK)

Yakınlık ve hoşlanma dışında tutku içermeyen, uzun süreli olmayan aşklar. Bu tip aşkta taraflar genellikle partnerlerine ilişkin cinsel çekim hissetmezler. Arkadaşça aşklarda kısa süreli iyi anlaşma, “kardeş gibi sevme”, geçici heves, bittiğinde hemen unutma ama hatırlandığında saygı duyma gibi hallere sıklıkla rastlanıyor.

“YAKINLIK” VE “TUTKU” (ROMANTİK AŞK)

Hem fiziksel çekimin hem de ruhani çekimin yoğun hissedildiği aşklar. Romantik aşklarda duygu yoğunluğu ve sevilen kişinin arzulanması ilişkinin dolu dolu hissedilmesine sebep oluyor. Geçmişteki unutulmayan aşk deneyimleri genellikle bu tip aşklardan kaynaklanıyor. Ancak ne fiziksel çekicilik ne de yakınlık hissi, ilişkinin kalıcı olması açısından tek başına yeterli olmuyor.

“YAKINLIK” VE “BAĞLILIK” (DOSTLUĞUN PAYLAŞILDIĞI AŞK)

Çiftlerin birbirine yoğun yakınlık hissettiği, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her türlü duygusal ve düşünsel paylaşımın engellenmeden yaşandığı, ancak fiziksel çekimin olmadığı aşklar. Uzun yıllar evli kalıp hiç münakaşa etmeyen, dışarıdan bakıldığında resmiyet görünümünün belirleyici olduğu, dengeli ve tutarlı birliktelikler sıklıkla bu tip birlikteliklerde görülüyor.

Zamanla arzu ve fiziksel çekimin azaldığını hisseden çiftler de dostluğun paylaşıldığı aşk evrenine geçiş yapabiliyor. Bu tip durumlarda sadakatsizliklere de sıklıkla rastlanıyor. “Eşimi çok seviyorum ama artık bir şey hissetmiyorum” veya “30 sene beraberlikten sonra artık çekim hissedemiyorum” tarzı ifadelerin bulunduğu bu aşklar kimi zaman aşırı kıskançlıklara da gebedir.

“BAĞLILIK” VE “TUTKU” (ARZU DOLU AŞK

Beraberliği ve evliliği uzun süre devam ettirmenin altındaki temel dürtünün 'arzu' olduğu aşklar. Yakınlık faktörünün olmaması bu tip ilişkilerde ihtilafların ve tartışmaların belirgin olmasına yol açıyor, çünkü taraflar genellikle anlayışsız, bencil, yapıcı iletişim becerilerinden yoksun ve sabırsız oluyorlar.

“TUTKU”, “YAKINLIK” VE “BAĞLILIK” (EKSİKSİZ AŞK)

Her üç boyutun da tamam olduğu, ideal aşklar. “Mükemmel çift, ruh ikizi, hayatımın aşkı” ve benzeri tanımlamaların yapılabilmesi için tutku, yakınlık ve bağlılık boyutlarının eksiksiz şekilde beraber bulunması zorunlu sayılıyor. Eksiksiz aşk, âşıklara müthiş bir ilişki deneyimi sunuyor. Eksiksiz aşkı elde etmenin zor, ancak devam ettirmen daha da zor olduğu biliniyor. İlişkiyi canlı tutmak için çaba sarf etmek, özverili olmak, etkili ve empatik iletişim sağlamak, sürprizlere açık olmak, cinsel açıdan aktif olmak, saygı ve anlayışı her şeyden üstün tutmak gerekiyor.

14 Haziran 2011 Salı

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN

‎"bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen
hala yalnızsan, için rahat olsun. giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur
ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka
hiçbir işe yaramayacaktır.

sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. hani
ağzınla kuş tutsan "bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla
bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. yaptıklarınla
değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. bu mahkemede hafifletici
sebepler yoktur. iyi halin cezanda indirim sağlamaz.

sen, "ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap
verecektir. ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi
yaşadın.özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün,
şiirler yazdın. "peki o ne yaptı" deme. herkes kendinden sorumludur aşkta.
sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.
bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için
uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? hayatı ıskalama lüksün yok
senin. onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli
çok oldu. hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. sen
mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... epeydir eline
almadığın kitaplar seni bekliyor.kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun
mu? kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da
keyif verecek sana.yine içeceksin rakını balığın yanında. üstelik
dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....

sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan
yürektir.yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da
içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen
yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. elbet
bitecek güneşe hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik
bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
hayatı ıskalamaya lüksün yok senin....."

10 Haziran 2011 Cuma

ZARA-AYRILIRKEN KIRMIZI GÜL VER BANA

Ayrılırken kırmızı gül ver bana
İçimdeki yangının rengi olsun
Kimse bitsin diye sevmez 
Aşkımıza yakışır son söz olsun

İncitme sakın giderken 
Anın kalsın veda ederken
Yaşamak için güç ver bana
Koskoca bir hikaye biterken

Her gün binlerin yaşadığı acı bu
Biraz tanıdık biraz yabancı
Bize gelmez sandım doğrusu
İmkansız zaman alırmış

Bir avuç hatıra elde kalan
Kirlenmesin dünya nasılsa yalan
Hayat kul olur gözünde
Kırmızı güldür geriye kalan

7 Haziran 2011 Salı

SEVEN İNSAN KISKANIR MI?

Kıskançlık, ilişkiyi bitiren bir canavar mı, yoksa sevgi göstergesi mi, henüz bilinmiyor. Ama bilinen bir gerçek var; aşırı kıskançlık beraberinde birçok sorunu da getiriyor.

İlişkinin ilk günlerinde, sevgiliniz sizi kıskanıyorsa ''Beni ne kadar çok seviyor'' diye düşünürsünüz. Bu kıskançlık, özgürlüklerinizi kısıtlayan bir boyuta geldiğindeyse korkmaya başlar ve sevgilinizden uzaklaşırsınız. Kıskançlık denilen duygunun, ince bir çizgi olduğunu bilmek gerekiyor. Çizgiyi geçtiğinizde, düşeceğinizi unutmamalı, sürekli çizgi üzerinde ilişkinizi sürdürmeye özen göstermelisiniz.

Azı karar, çoğu zarar 
Psikiyatri Uzmanı Dr. Ali Hilmi Yazıcı, kıskançlığı tanımlarken şöyle diyor; ''Bir insanı sevmek, ona bağlanmak ve tutkuyla âşık olmak, insanın hayatı boyunca tecrübe edebileceği en müstesna duygudur. İnsan sevdiği kişiye tüm varlığıyla kendini yatırır. Onu kaybetmek ya da onun tarafından reddedilme olasılığı büyük bir kaygı kaynağıdır. Bu açıdan bakıldığında, kıskançlık sevginin bir işareti olabilir. Sağlıklı birey, bu duygularının farkındadır ve kıskançlığı yönetir. Kıskanma, bu düzeylerdeyken ilişki için tatlı bir oyun gibidir. Çiftleri hoşnut bile edebilir. İnsana karşısındaki için vazgeçilmez olduğunu düşündürür ve memnuniyet oluşturabilir.''

Kadın ve erkek farklı kıskanır
Yazıcı'ya göre kadınların ve erkeklerin kıskançlık deneyimleri içerik olarak bazı farklar gösteriyor. Kadınlar, kendi güvencelerini kaybetme korkusuyla hareket ederken, erkekler durumu bilinçaltında, kendi soylarının devamına bir tehdit gibi algılayabiliyor. Bu bakımdan kıskançlık çoğu durumlarda erkeklerde daha agresif tepkilerin doğmasına zemin hazırlıyor.

Kendine güven ve kıskançlık
Sevdiği insanın üzerinde, diğerlerinin ilgisine tanık olmak birçok durumda, hiç kimsenin hoşuna gitmez. Ancak bilinçaltında temel güven duygusu ve özsaygısı yeteri kadar gelişmemiş insanlar, bu korkuları hastalıklı düzeyde yaşayabilir. Kişi, kendine olan güvensizlik ya da yetersizlik duygularını ifade edemez ve psikolojide 'yansıtma' olarak tanımlanan bir savunma mekanizmasını harekete geçirir. Dr. Ali Hilmi Yazıcı, yansıtma savunmasını şöyle açıklıyor; ''Yansıtma savunmasında, kişi karşısındakini güvenilmez olmakla suçlamaya başlar. Korkuları bir süre sonra ilişkisinde huzursuz bir yaşantıyı getirir. Bu huzursuzluk da, diğer insanın yaşamını çekilmez durumlara sokar ve ilişki zedelenmeye başlar. Bu bir kısır döngüdür. İlişkisi kötüleşmeye başlayan birey, daha fazla güven kaybı içine girer ve dolayısıyla kıskançlık duyguları daha da fazlalaşır.''

Kıskançlık ne zaman tehlikeli olmaya başlar?
Rahatsızlık derecesinde kıskançlıkta kişi, duygu ve düşüncelerine aşırı zaman ayırır. Birey, neredeyse tüm zamanında, takıldığı kuşkulu düşüncelerin etkisinde yaşamaya başlar. Aşk ilişkilerinde kişiler, karşısındakinden makul olanın çok ötesinde taleplerde bulunur. Kısıtlama, sosyal engelleme en çok görülen durumlardır. Hem kaygı uyandıran hem de alıkonulamayan düşünceler 'obsesyon' olarak nitelendirilir. Kıskançlık, erken evrelerde bir tür fobik-obsesif düşünce olarak kendini gösterebilir. Zihni sürekli kurcalayan ve korku duygularıyla birleşince giderek pekişen bir zihin uğraşı haline gelir. Olumsuz duygular, kişiye daha çok denetleme ihtiyacını getirir. Takip etme, cep telefonlarını karıştırma ve gereksiz yere sevdiği insanı sınama girişimleri görülebilir. Bu evrelerde, iyi iletişim kurulması ve kimi zaman çift tedavileri olumlu sonuçlar verebilir.

İçinizdeki Çocuğu Öldürmeyin

Özellikle 3-5 yaş arası çocukların gezerken adım başı durduklarını, çevrelerinde gördükleri her canlıya karşı inanılmaz şekilde tepki verdiklerini, ilgilendiklerini görürüz. Çevrelerinde olup biten her şeye karşı daha duyarlıdırlar. Biz ise onlardan gelen her tür tepkiyi anında geri çevirir, erteleriz. Peki, böyle yaparak acaba içimizdeki çocuğu mu öldürüyoruz?
Çocuklar, uçan bir kuşu ya da koşan bir köpeği görmekten çok mutlu olurlar. Biz yetişkinler çocukları çekiştirmesek orada durup dakikalarca o hayvanı, bitkiyi izleyebilirler, mutluluk çığlıkları atmaya devam edebilirler.
Çocuklar aslında tam anlamıyla mutlu oluyorlar, gördükleri her şeyin, her anın tadını çıkarıp keyif alabiliyorlar. Hatta bizim görmediğimiz, gözümüzün önünde olduğu halde fark etmediğimiz her ayrıntıyı onlar ilk bakışta fark edebiliyorlar. Biz ise onlardan gelen her tür tepkiyi anında geri çeviriyoruz. Fark ettikleri şeyleri gördüğümüzde “Çocuklar nasıl da dikkatliler” deyip, işimize gelmeyen durumlarda “Aman çocuk işte” diyerek geçiştiriyoruz.
Oysa bütün ayrıntı bu ince çizgide saklı. Gözümüzün önünden akıp giden hayatın gerçek anlamda farkına varan, tadını alan, keyfini çıkaran çocuklar aslında. Biz yetişkinler, bütün çiçeklerimizi dökmüşüz, bütün canlılığımızı yitirmişiz, mekanikleşmişiz. Hep bir yerlere yetişmek, hep bir şeyler yapmak zorundayız. Bitirilmesi gereken işlerimiz var ve o işler hiç bitmiyor. ‘İçimizdeki Çocuk’ yok oluyor, ölüyor. Kendi çocukluğumuzu yok ettiğimiz yetmiyormuş gibi kendi çocuklarımızın ışıltısını da yok ediyoruz. Yaşama sevinçlerini fark etmiyoruz. Gözümüze sokarcasına çığlık çığlığa mutlu olmalarını bile engelliyoruz.
İçinizdeki Çocuğu Ortaya Çıkarın
Halbuki bütün uzmanlar, bütün düşünürler ‘İçimizdeki Çocuğu’ ortaya çıkarmamızı söylüyorlar son yıllarda. Bizse modern hayatın hızına yetişmeye çalışırken içimizdeki çocuğun adımları kısa kalıyor belki de hızımıza yetişmeye. Fark etmek istemiyoruz ne kadar güzel bir hayat akıp gidiyor bedenlerimizin bir milim dışında başlayan ve sonsuzluğa uzanan.
Önce çocukluk bakışlarımızı yitirdik biz. Tertemiz bakışlarımızın yerini; korkak, ürkek hatta bazen saldırgan, kızgın, bezmiş, güvensiz bakışlar aldı. Kızgınız çünkü hayat bütün beklediklerimizi sunmadı, işler planladığımız kadar kolay olmadı. Korkuyoruz çünkü kapının dışında nelerle karşılaşacağımızdan emin değiliz. Komşumuza güvenemiyoruz, arkadaşlarımıza güvenemiyoruz. Çocuklarımızı yetiştirdiğimiz ortama güvenemiyoruz. Bezginiz, güvensiziz çünkü yarının neler getireceğini bilemiyoruz. Saldırganız çünkü psikolojik ya da fiziksel şiddete uğruyoruz. Kime güveneceğimizi şaşırmışken bir de uğradığımız zararların nasıl telafi edileceği konusunda ciddi endişelerimiz var. Hemen hemen her gün bir olumsuzlukla karşılaşıyoruz. Bu kadar yoğun ve peşpeşe yaşanan sorunlardan sonra bize mutluluk verecek şeyleri de görmez oluyor gözlerimiz. Hala görebilecek kadar çocuk kalanlarla da alay ediyoruz, onları hayatın ağır değirmeninde öğütüp yok etmek için biz de farkında olmadan çaba harcıyoruz aslında.
Çocuklardan Öğreneceğimiz Çok Şey Var
O küçücük çocukların kocaman bir hayata karşı takındıkları tutumlardan hepimizin çıkaracağı dersler var. Kaçımız bahçedeki çiçeklerin rengini biliyor, kaçımız işyerinin önündeki yolda çiçek açmış ağaçlardan haberdar, kaçımız göçmen kuşların geldiğini fark etti?
Oysa içinize dönseniz, içinizdeki çocuğa sorsanız o bu yanıtları biliyor, o her şeyi görüyor. İnanmıyorsanız sağlamasını yapın, küçük çocuklarınıza sorun. O çocukluk ölürse bir daha yerine gelmez, unutmayın.
HAYATIN KEYFİ NEREDE?

Kişisel Kaygılarınızı Yenmenin 7 Yolu

Eğer “yapamam” diye bir sözcük olmasaydı, sürekli bunu söyleyip durmazdık, değil mi? Evet, bu bırakması zor bir alışkanlık. Üstelik çoğu zaman söylediğimizin bile farkında olmadığımız göz önüne alındığında daha da zor.

Emin olmadığınız bir durumla karşı karşıya kaldığınızda içinizdeki bilgisayar hemen uyarı veriyor ve “Yapamam” ekran koruyucunuz devreye giriyor. İçgüdüsel olarak davranıyor ve aslında kaybediyorsunuz.

Bir yaşam koçu ve kaygı yönetimi uzmanı olan Sharon Taylor “Size ”yapamam” dedirten en önemli şey korkudur” diye açıklıyor. “Bütün bir geceyi yeni tanıştığınız insanlarla geçirmekten korkmak veya bir buluşmanın istenildiği gibi sonuçlanmayacağından kaygılanmak doğaldır çünkü böylece sosyal ya da fiziksel olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeye inanarak kendinizi korursunuz.” “Yapamam” sözü kariyerinizi, sosyal yaşamınızı, ilişkinizi ve her şeyinizi sabote etmeye başladığında ipleri ele almanın zamanı gelmiştir.

Danışman Norah Harding “Olumsuz düşünceler üretmek korkunç derecede kolaydır” diyor ve “Yapamam tavrı içki ya da uyuşturucuya bağımlılık gibi gerçek düşüncelerinizden kaçmanın bir yoludur. Duygularınızı bastırmak iyi bir şeymiş gibi görünse de, yaşamımızı çok daha iyi yerlere taşıyabilecek fırsatları elinizden kaçırmış olabilirsiniz” diye ekliyor.

Nereden mi başlamalı? Psikolojik deneyler ”yapamam” durumunun, en başarılı şekilde tam tersini düşünerek başa çıkıldığını gösteriyor. Kendinizi olumlu sonuçlara hazırlamakla ilk adımı atabilirsiniz. İşte size bunu başarmanın yedi aşaması:

Beyninizi Yeniden Eğitin
Asla “Yapamam” demeyin. Bunu düşünmeyin bile! Bırakın. Hemen şimdi. Tamam, bazı şeyler gerçekten olanaksız olabilir ama kendinize olan inancınız sizi bambaşka yerlere götürecektir. “İzniniz olmadığına şartlanmak veya mangal yakmayı beceremeyeceğinizi düşünmek, bir köpek sahibi olmak, roman yazmak ya da ertelediğiniz pek çok şey için artık yeter deyin” diyor Taylor. “Güveninizi kaybettikten sonra otomatik olarak kendinizi hata yapmaktan korumak ve istediğiniz şeyi elde etmek için bile çaba harcamazsınız. Ama beyninizi yeniden eğiterek bu rutinden kurtulabilirsiniz.” Efsane boksör Muhammed Ali”nin maçı kazanmak için geliştirdiği, beş duyuyu kullanma ilkesini benimseyin. Muhammed Ali, yumrukları hissettiğini, rakibinin terini kokladığını, kanını ağzıyla tattığını, tezahüratları duyduğunu ve rakibini yenilmiş, yerde yatarken gördüğünü hayal ederdi. Siz kan ve yumrukları çıkartıp bu tekniği uygulayın. Kendinize daha çok güvendiğinizi göreceksiniz.

“Çok Zor” Demeyi Bırakın, Sadece Yapın 
Gwen Stefani”nin sözleriyle “Ne bekliyorsunuz ki?” Bu meşhur laf, onun, bütün bir albümün sözlerini yazmaktan gözünün korktuğu haftalar sonrasında ortaya çıkmıştı. Gwen”in bu durumundan ümit sizliğe kapılan yapımcısı Linda Perry, bütün bir geceyi stüdyoda geçirerek “Ne bekliyorsun ki?”yi bestelemişti. Bu onun Gwen”i harekete geçirme biçimiydi. Gwen, “Bu bir cesaret işiydi ve çok hızlı oldu bitti, sözleri yazdığımı hatırlamıyorum bile. Sanki onları kustum” diyor Taylor, “İşleri sürüncemede bıraktığınızın farkına varmanın önemli bir adım” olduğunu söylüyor. “Oturup arkanıza yaslanın ve 20 dakika boyunca bu işle nasıl baş edeceğinizi düşünün. Sonra bir mola verin. Hedefi küçültmek başarıyı da beraberinde getirecektir çünkü büyük problemlerle uğraşmak daha zordur.”

Felaket Tellallığı Yapmayın 
Tamam, 12 kişilik bir akşam yemeği hazırlama girişiminiz bir felaketle sonuçlanabilir. Dünyanın sonu değil ya? İşin güzel yanı, yeni tecrübeler edinmenin tam zamanı işte. Harding bu durumu, “Emin olmadığınız işlere girişmenin tam sırası, işler sizin için ters gitse de nasıl olsa üstesinden gelebilirsiniz. Henüz daha bebekken yürümeyi yeni öğrendiğiniz zamanları aklınıza getirin, aptal durumuna düşeceğinizi ya da yürümeye çalışırken düştüğünüzde canınızın acıyacağını düşünmezdiniz değil mi?” diye açıklıyor.

Aptal Durumuna Düşmeye Hazırlanın 
27 yaşında ve bekar olan Ela Nur, arkadaşlarıyla bir hafta sonu geçirecek çünkü birine çıkma teklif etme düşüncesi bile onu sindirmeye yetiyor. Bir insanın yüreğini açmasından daha korkutucu bir şey yoktur. Herkesin önünde küçük düşmek istemezsiniz. Püf nokta, dinleyicilerin olmadığı bir ortamda alıştırma yapmaktır. Birkaç arkadaşınızın önünde alıştırma yaparsanız, bu size daha büyük ortamlar konusunda cesaret verir. Ela yakın arkadaşlarının olduğu bir ortamda, bir barda, tanımadığı bir erkekle sohbet başlatabilir. Erkek ilgi göstermezse, vazgeçer. Pek çok erkek, kadınların kendisine yaklaşmasından hoşlanır. Bu kendinize güveninizi artırır ve risk alma konusunda cesaretlendirir.

En Kötü Senaryoyu Gözünüzde Canlandırın
Harding”e göre “En iyi olmama korkusu insanı köstekleyebilir. Ama risk almazsınız hiçbir şey kazanamazsınız. Bunun için çok basit bir tekniğe başvurun. En iyi ve en kötü sonuçları gözünüzün önüne getirin. Her ikisinin de gerçekleşmeyeceğini bilmek sizi sonuçlara daha iyi hazırlar. Yüzde 100 emin olabileceğiniz bir tek şey var: Denemezseniz, istediğinizi alamazsınız.

Zor Anları Paylaşın 
Herkesin kendisini çaresiz hissettiği zamanlar vardır, fakat bu durumla karşılaşan bir tek siz değilsiniz ki! Taylor”a göre böyle durumlarda “Arkadaşlarınıza danışın. Hayatta yapmak isteyip de yapmadıkları şeyleri ve nedenini sorun. Hassas noktalarınızı başkalarıyla paylaşmak, zor anlar geçirenin bir tek siz olmadığınızı görmenizi sağlayacaktır.”

Kendinize Dikkat Edin 
Patronunuz raporu mutlaka istiyor, faturalarınız gittikçe birikmiş, en yakın arkadaşınız sizinle dertleşmek ve erkek arkadaşınız yine o konuda konuşmak istiyor. Bedeniniz ve beyniniz artık aşırı yüklü hale gelmiş. Nasıl baş edeceksiniz? Taylor, bir gün izin almanızı öneriyor. “Piliniz tükendiyse doldurmanın en iyi yolu kendinize biraz zaman ayırmaktır. Tüm düşüncelerinizi bir kâğıda sıralayın. Sözcüklerin anlamlı olması konusunda endişelenmeyin. Bu alıştırmanın özelliği, düşüncelerinizi tanıma, onları yeniden okuma ve alarm durumuna gelmiş olanları ayıklamanızı sağlamak. Muhtemel hatalarınıza müdahale edecek kimse olmadığı sürece istediğiniz gibi ayıklama yapmakta özgürsünüz.”

YARALARA DAİR

Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla ödeyeceği olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir kadına gitmiş. 

Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa, bu zayıf ve çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler. Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile tüccara hiç bir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. 

Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevî gücünden etkilenmiş, bir kez daha -ama bu kez aşk adına- tüccarı sevmiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim güzel kadının her dokunuşunda tüccarın bedeninde yeni bir yara beliriyormuş. Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş. 


Tam bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz? Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi? Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz. Çünkü zaten, her yanımız kılıç yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlanmış yaralar onlar. Nasıl yapmışsak yapmışız üstesinden gelmişiz. Ama biri, kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden. Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.

O yüzden değil mi içimizi tutmamız? Birisine teslim olmaktan korkmamız? Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız? "Anlatsam mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız "Bu sevgi beni acıtır mı?" kuşkularımız.

Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğini iyi seçmek.

Yenilgilerinizden Ders Alarak Ayağa Kalkın ve Kazanın

Nasıl olurlarsa olsun, yenilgilerin sizi yolunuzdan alıkoymasına izin vermeyin. Her zaman, bu geçici engel ya da yenilgiden neler öğrenebileceğinizi

Başarana dek deneyin. Bu sözü ne kadar çok duyuyorsunuz? Peki, bu gerçekten ne demek? Pek çok başarılı insan, hedefledikleri başarıya ulaşana dek, birçok engelle karşılaşmıştır. Bu insanların başarılı olmalarının iki nedeni var.

Birincisi, hedeflerine giden yolda yürümeye devam ettiler ve asla vazgeçmediler. Vazgeçmeyi düşündükleri birçok zaman oldu. Fakat kazanlarının asla vazgeçmediklerini hatırladılar. Bir gün kazanacakları inancıyla yollarına devam ettiler. Vazgeçerseniz asla başarılı olamazsınız.

İkinci olarak, önlerine çıkan engeller ya da yenilgilerden bir şeyler öğrenmeye çalıştılar. Böylelikle aynı hatayı bir kez daha yapmadılar. Çok zengin olanların, oraya gelene dek birkaç kez iflas ettiklerini ne kadar çok duymuşsunuzdur. Bu kişiler, her defasında neden hata yaptıklarını incelemişler, aynı hatayı bir daha yapmamaya çalışmışlar ve ayağa kalkıp, başarıya giden yolda ilerlemeye devam etmişlerdir. 

Nasıl olurlarsa olsun, yenilgilerin sizi yolunuzdan alıkoymasına izin vermeyin. Her zaman, bu geçici engel ya da yenilgiden neler öğrenebileceğinizi kendinize sorun. Daha sonra öğrendiklerinizi kullanarak yolunuza devam edin, böylelikle bir daha aynı hatayı yapmayacaksınız. Asıl hata, hatalarınızdan ders alamamak ya da almamaktır. 

Hayat, bir öğrenme sürecidir. Yürümeyi öğrenmeye çalışırken, ne kadar çok düşmüşüzdür. Yürümeye çalışırken düştüğümüzde, vazgeçip bir daha yürümeye çalışmadığımızı bir düşünün. Şimdi, hala ellerimiz ve ayaklarımızla emekliyor olurduk. O zamanlar bir kez daha denemekten korkuyor muyduk? Bir bebeği izleyin, yürümek için ne kadar kararlı olduğunu göreceksiniz. Bebeklerden ne kadar çok şey öğrenebilirsiniz? Şüphesiz ki, birçok şey. Başarana dek deneyin.

Unutmayın ki, hepimiz yenilgilerden ders alma konusunda deneyimliyiz. Hepimiz, tekrar ayağa kalkıp, yeniden deneme konusunda tecrübeliyiz. Artık bebek değiliz diye, bir kez daha denemekten vazgeçmek zorunda değiliz. Şimdi, daha fazlasını yapmaya çalışmanın tam zamanı, çünkü artık, şimdiye kadar yaptığımızdan daha fazlasını yapmamızı sağlayacak yeteneğe sahibiz. Hiçbir şeyin sizi engellemesine izin vermeyin!

Olumlu Bir Zihinsel Tutum Geliştirirken Fırsatlar Bulacaksınız
Hedeflerine ulaşan birçok insanın, ortak bir noktası vardır. Bu kişiler kendilerini hedeflerine çoktan ulaşmış olarak görürler. Başarılı insanların, hedeflerine ulaşabilmeyi dilemek gibi bir tutumları yoktur, çünkü bu kişiler hedeflerine ulaşacaklarını bilirler. Başarılı insanlar, “belki” yerine, “yapabilirim” ya da “yapacağım” diye düşünürler. 

Hedeflerini yazdıkları kâğıdı sürekli olarak yanlarında taşırlar ve gün boyunca bu hedefleri okurlar. Bunu yapmak, hedeflerine ulaşmaya çalışırlarken, onlara neyi niye yaptıklarını hatırlatır. İşte bu nedenle, hedeflerinizin belirli olması gereklidir. Bir sonraki bölümde, hedeflerinizin neler olması gerektiğine nasıl karar vereceğinizi ve bunları nasıl belirli hale getireceğinizi anlatacağım. Eğer ulaşmak istediğinizi tam olarak bilmezseniz, nereye gideceğinizi de bilemezsiniz. Oysa nereye ulaşmak istediğinize dair kafanızda net bir fikir olduğunda, nereye gitmek istediğinizi tam olarak bilirsiniz.

Kafanızdan kendi kendinizi yenilgiye uğratan düşünceleri atmak için çok çaba sarf etmeniz gerecek. Bu düşüncelerin yerine, değerinizi ve başarma yeteneğinizi pekiştiren olumlu düşüncelere yer verin zihninizde. Bazı insanlar, olumsuz düşünmeye başladıklarında, kendilerine sürekli olarak başarılı olduklarını tekrarlarlar. Aynı durumda olduğunuzu fark ettiğinizde, siz de aynı şeyi yapmalısınız.

ÖVGÜ VE TAKTİR


Övgü ve takdir insanların hoşuna gider. Yaşımız kaç olursa olsun övgü sözleri bizi mutlu eder. İnsanların yaptığımız işleri takdir etmesi, güzel sözlerle bahsetmesi bizi mutlu eder. Günlük iş sıkıntısı, hayatın zorlukları, stres yüzünden, çok az iltifat ve takdir sözlerini kullanıyoruz.

Toplumdaki insanlar birbirlerini etkiler; olumlu düşünce, sevgi ve takdir sözleri arttıkça insanlar da birbirlerine daha hoşgörü ile yaklaşacaklardır.

Toplum olarak iltifat etmekten çekiniyoruz. Birisine iltifat etsek, hemen aklımıza ilk gelen şey “şımarır”, “gerekmez” olacaktır. Bu düşünce bizim toplumumuzu olumsuz etkilemektedir. Eşimiz, oğlumuz, kızımız, öğrencilerimiz, sevdiklerimiz, dostlarımız mutlu olsun ve güzel duygular artsın. İnsanlara önemli ve özel olduklarını hissettirelim.

Evde annemize, babamıza, eşimize, yavrularımıza, komşularımıza; iş yerinde çalışanlarımıza, amirlerimize, memurlarımıza, birlikte çalıştığımız insanlara; okullarda öğretmenlere, idarecilere, öğrencilerimize iltifat edelim… Sonra etkilerini görelim…

“Bu gün ne kadar güzel giyinmişsin, saçların ne güzel olmuş, kravatın çok hoş, ayakkabıların, çantan ne kadar güzel, gülümsemen çok güzel, senden olumlu enerji aldım diyelim.

İnsanlar birbirlerini etkiler, biz insanları mutlu edersek onlar bizi mutlu edecektir. Aynaya gülerek baktığımızda aynadaki görüntümüz de bize gülecektir. Toplumdaki insanlar da birbirlerine gülümseyerek, hoşgörüyle baktıklarında toplum huzuru ve uyumu artacaktır.

Takdir ve iltifatı ne kadar artırırsak toplumdaki hoşgörü ve anlayış iklimine de katkıda bulunuruz. “Üzüntüler paylaşıldıkça azalır, sevgiler paylaşıldıkça çoğalır” sözünden hareketle; iltifat ve takdirin artması dileğiyle…


İltifatın olumlu etkileri :

- Sevginizi gösterir,

- Motivasyon kazandırır,

- Kuvvet ve moral verir,

- Gülümsemeyi artırır,

- Değer oluşturur

- Huzur verir,

- Sihirlidir,

- Moral verir,

- Güç kazandırır,

- Dinç tutar,

- Bedavadır, 

- Sağlıklıdır,

- Hastalandırmaz,

- Tedavi edicidir,

- Etkisi büyüktür, 

- Size değer katar,

- İyi niyetinizi gösterir,

- Paylaşımı artırır,

- Olumlu etkisi vardır,

- İletişimi olumlu etkiler.